Nazlı Akyüz

Nazlı Akyüz genç bir siyaset bilimci, akademisyen ve meclis üyesidir. Sussex Üniversitesi’nde Küresel Politik Ekonomi alanında yüksek lisans yapmış olan Akyüz, doktora çalışmasını sürdürmekte; tezinde sivil toplum, çevre aktivizmi ve toplumsal hareketler konularını ele almaktadır.

Sosyal adaletin, eşitliğin ve katılımcı demokrasinin kararlı bir savunucusu olan Akyüz, 2023 Türkiye Genel Seçimleri'nde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)'nin İstanbul 3. Bölge milletvekili adayı olmuştur. 2024 Yerel Seçimleri sonucunda hem Kağıthane Belediye Meclisi Üyesi hem de İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclis Üyesi olarak seçilmiş ve aktif siyaset yaşamına yerel düzeyde katkı sunmaya devam etmektedir.

İBB’de Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı olarak görev yapmakta; İstanbul’un uluslararası ilişkiler, kentsel diplomasi ve Avrupa Birliği uyum politikaları konularında stratejik adımlar atmasına katkı sağlamaktadır.

Akyüz aynı zamanda Ülke Politikaları Vakfı (ÜPV) Yönetim Kurulu Üyesi ve CHP İngiltere Yüksek Danışma Kurulu Üyesidir. Akademik bilgi birikimi ve toplumsal duyarlılığıyla hem akademi hem de siyaset dünyasında etkin bir rol oynamaktadır.

iletisim@nazliakyuz.com



2 Temmuz’un ağırlığına ve Leman saldırısına dair uzunca bir not / 3.6.2025

Bir Temmuz günündeyiz. Takvim, Sivas’ta Madımak Oteli’nin ateşe verildiği 1993 gününe vurgu yapıyor. Otuz iki yıl önce 33 aydının, iki otel emekçisinin ve iki saldırganın alevlerin içinde kalmasına yol açan öfke, “düşünce korkutur” diyen aynı karanlıktan doğmuştu. Yıllar sonra o dosyanın önemli bölümünün zamanaşımıyla kapatıldığını, firari sanıkların yakalanmadığını, “devlet kusuru” tespitlerinin kağıt üstünde kaldığını da unutmadık.
O günlerden bu yana iklim değişti mi? Sadece takvim yaprakları değişti. Geçen hafta 30 Haziran’da İstanbul-Beyoğlu’ndaki Leman dergisi ofisine taşlı – sopalı bir baskın yapıldı. “Yaşasın şeriat” sloganları atan bir grup, karikatür dergisinin kapısına dayandı; derginin camları indi, çalışanlar linç tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Bahane hazırdı: Bir karikatür. Mesele tek bir karikatür değil aslında; mesele, genel olarak muhalif olma cesaretiydi.
Karikatür, 26 Haziran sayısında yayımlanmıştı. “Muhammed” ve “Musa” adlı iki sivil karakter, savaşın harap ettiği bir şehirde karşılaşıyor, “Selamün aleyküm / Aleyhem şalom” diyerek barış çağrısı yapıyordu. Karikatür, İran ve İsrail arasında tırmanan savaşa dair bir mizahi yorumdu. Fakat sosyal medyada karikatür hızla “peygamber tasviri” gibi yalan bir iddiayla servis edildi; çarpıtıldı, bağlamından koparıldı, provokatif başlıklarla dolaşıma sokuldu ve sonuçta, örgütlü bir grubun saldırısıyla karşı karşıya kalındı.
Şahsen, bu karikatürü, içinde yaşadığımız sosyolojik ve siyasal iklimi düşündüğümde, zamansız ve öngörüsüz bulduğumu da belirtmeliyim. Karikatürde art niyet yoktu, evet. Ama mesele niyet değil, zihniyetin neyi nasıl okuyacağı artık öngörülebilir hâlde. Bugün, bir karikatürü kırpıp yalanlarla süsleyip infial yaratmak isteyen kalabalıklar için uygun zemin çoktan hazırlanmış durumda. Bu toplumda mizah artık sadece çizgiyle değil, politik akılla da yürümek zorunda. Hele ki bu kadar karalamaya, hedef göstermeye, sahte duygusal dalgalara açık bir ortamda. Özgürlük hakkı kadar, onu sorumlulukla kullanma ihtiyacı da kendini dayatıyor. Bu elbette saldırıyı meşrulaştırmak anlamına gelmez. Ama bir şeyi savunurken, onun doğurabileceği sonuçları da öngörme yükümlülüğünü tartışmaya açmak gerekir. Çünkü biz artık öylesine bir karikatürün, çok gerçek sonuçlar doğurabildiği bir dönemde yaşıyoruz. Mizah da, tıpkı siyaset gibi, sahayı iyi okuma becerisiyle ayakta kalır.
Saldırının ardından tanıdık bir senaryo çalıştı: Polis, saldırganlara geniş hoşgörü gösterirken derginin dört çalışanını ters kelepçeleyerek gözaltına aldı; aynı saatlerde savcılık “dini değerleri aşağılama” iddiasıyla Leman hakkında soruşturma başlattı, toplatma ve erişim engeli kararı çıkardı. Saldırıyı organize edenler ise kimlikleri kameralarca tespit edildiği hâlde tutuksuz.
Yani zincir değişmedi: Provokasyon – Linç çağrısı – Hukuk gösterisi – Hoşgörü.
Sivas’ta otelin önüne toplanan binlerce kişinin “yakın” naralarıyla tutuşturduğu yangın da böyle büyümüştü; Ankara’da yargıçlar “suçun zamanaşımı” diye imza atarken aynı şablon çalışıyordu. Leman baskınında da senaryo fotokopi gibi önümüze çıktı. Bu benzerlik bir tesadüf değil; düşünceyi, mizahı, eleştiriyi “güvenlik” başlığına kilitleyip, şiddeti ise “dini hassasiyet” örtüsüyle aklama pratiği. 32 yılda teknoloji değişti, meydanlar yerini sosyal medyaya bıraktı ama devletin refleksi ve linç aparatının iştahı sabit kaldı.
Çok net bir şey söyleyeceğim: Hangi gerekçeyle olursa olsun şiddete göz yumulduğu, hukuk gösterisinin kurbanı hep muhalifler olduğu sürece bu coğrafyada gerçek adalet doğmaz. 2 Temmuz’un kara ateşiyle Leman’ın kırık camları arasında sadece yıllar değil, dilsiz bir alarm hattı var. O alarmı duymayanlar, yarın aynı yangının dumanını kendi penceresinden izleyebilir.
Hatırlamak, sahip çıkmaktır.
UnutMADIMAKlımda…
 

Yorum Yazın

Mail adresiniz gizli tutulur.

Yorumlar